Hepimiz bir adam yaratmaya çalışıyoruz; kusursuz, yıpranmayan, üzülmeyen... Başkaldıran insanlar olarak çabalıyoruz mutsuzluğu yenmek gayesiyle. Fakat yaratabildiğimiz yalnız maskeler oluyor, gülen suratlar çizilmiş ve kallavi bir cila atılmış çürümüş ahşaptan parlak maskeler. Suratlarımızı yakan iltihaplı yaralar bırakan maskeler içinde yaşıyoruz. Asıl mesele ise artık maske taktığımızı fark etmiyoruz bile, aynaya baktığımızda yadırgamıyoruz karşımızdaki yabancıyı ve suratımızdaki maskelerle ve yalancı bir gülümseme ile ölüyoruz. Ne yapalım kestiler incir ağacımızı...
Fakir Edebiyatı
10 Ocak 2015 Cumartesi
9 Kasım 2014 Pazar
KUM BEKÇİSİ
KUM BEKÇİSİ
Zelda, 128, Cımbız Gözlü, Çöl faresi, Kum bekçisi,
üçgen gökyüzünün kuşatıcılığında, mor deniz kıyısında, deniz bakışlı ölümün
kadını... Siz hiç bir ölüye aşık oldunuz mu? Ölüme aşık olanın ölüsüne aşık
olunurdu ve hayatın neresinden dönülse kârdı onun için. Umutsuzlar merdiveninin
gri basamaklarını usandıran oturmalarını, gözlerinin uzaklara dalışını görmeden
sevmek, maskesel yüzleri lanetleyen serzenişlerini duymadan, uzaktan gördüğümü
sandığım çölün ortasındaki o vahaya ulaşmak. Çöl faresi, her gece yoluna kuş
koyduğum. Dünyanın dönüsünü yavaşlatan büyülü mısraları içime salan çocuk
hanımefendi... Siz hiç bir ölüye aşık oldunuz mu?
'Ölüm'ün
şairi, yalnızlığını yoldaş edip yollara vurduğun gölgenle, elinde dumanını
saklayan sigaran ve imgelerinle yürürdün tiksindiğin maskelilerin arasında.
Hayatı ölümün bekleme salonu diye tüketirdin. Gözlerinin denizsel maviliğinde
inanmamışlığın hiçsel buğusunu taşırdın daima, gülümsemen dahi yokluk kokardı.
Yağmur damlaları vücudunu deler geçer; sen, damlaların toprağa düşüşlerinde
sezerdin göksel ezgilerin çağrısını. Martıların sessiz çığlıkları gibiydi iç
dünyanın bunalımları ve kanat çırpışları. Yalnızlığın en güzel hali, siyahın en
güzel tonu, var-yok kavgasının en kanlı sahnesiydin. Sözlerimin toyluğunu
göremediğin ve fakat yüz yüze gelemediğim için hüzünlü rahatlığım mimiklerimden
sızardı. Hangi ifade durabilirdi ki karşısında ülkesi, cinsi, ırkı, inancı
olmayan uzanıp dokunamadığım dumandan bendenin karşısında.

Siz hiç
bir ölümün peşinden koştunuz mu? Ellerin soğuk demirlere dokunuşunu yitirmeden
önce zaten olmayan ellerimin sonbahar donukluğunu ceplerimde giderirken mavi
martıların haber verdi sessiz ölüm çığlıklarını. Tabanlarım toprak ve taş
gezerken soluğumun sıklığı göğsümün iniş çıkışlarını telaşlandırdı. Merdivenler
söverek çaresizliğime yükseldi kanatsız kuşun ince, güvensiz dallardan yapılma
yuvasına. Yetişebilme, engel olma, durdurma istekleri yürek çarpışlarıma kudret
verse de o lanet olası beton yığınının lanet olası kuş yuvasından kendini ölüme
bırakışın gözlerimin derininde iz bırakabildi yalnızca. Arkandan gelmek, acı
gerçekliğinin süzülüşüne ortak olmak, tiksindiğin bu yaşamdan ardından göç
etmek ve bu ihanet dünyasını senin gibi terk etmek isterdim... Ama senin kadar
cesur değildim, yüzüme kendi maskemi takıp kalem kovaladım olmayan geleceğin
kaygısıyla kıvranarak yaşamak için.
Söyleyin
n'olur siz hiç bir ölüşe aşık oldunuz mu?
Kum
bekçisi Nilgün Marmara anısına...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)